»Kullanıcı: »Åžifre: Beni hatırla?
Beles.Org / Sosyal / Hikayeler / Ã‡aÄŸdaÅŸ Hikayeler


Çağdaş Hikayeler:




Yazdı:  09 Jul 2008 19:13
KILAVUZU KARGA OLANLAR

Küçük bir kasabada Åževket adında on iki yaşında bir çocuk yaşıyordu. Åževket bir gün evlerinin tavan arasındaki eski sandık içinde bir harita buldu. Haritada o kasaba ve civardaki köyler,  kasabalar vardı. Hangi köyden veya kasabadan çıkarsan çık, yolun hep bir maÄŸaraya varıyordu. MaÄŸarada otuz metre ilerledikten sonra çeÅŸitli galeriler, dehlizler ayrılıyor, fakat hangisine girersen gir yolun bir kapıya varıyordu. Altın kapıyaÂ…Eee,  tabii canım, altın kapı da altından bir anahtarla açılıyordu. Altın anahtarla altın kapıyı açınca önüne boydan boya çimenlik, çiçeklik, yemyeÅŸil, günlük güneÅŸlik mutluluk vadisi çıkıyordu. Mutluluk vadisinde geziyordun, dolaşıyordun, aÄŸaçlardan türlü meyveler yiyordun, pınardan su içiyordun ve canın ne zaman sıkılırsa, ne zaman istersen, geldiÄŸin yoldan geriye dönüp evine, iÅŸine gidiyordun. Canın istediÄŸi zaman da yolu biliyorsun tekrar mutluluk vadisine geliyorsun.

Haritanın kenarında yuvarlak içine alınmış bazı notlar var. Ä°ÅŸte bu notlardan birinde, kılavuz olarak yanına mutlaka bir karga alman gerekir. EÄŸer yanına kılavuz karga almazsan dönüp dolaşıp evine döneceÄŸin yazılı. Åževket, annesine, babasına durumu anlattı, haritayı gösterdi. Fakat onlar, kılavuzu karga olanın dediler, peh mutluluÄŸun vadisi mi olurmuÅŸ, haritayı at sobaya yak dediler. Åževket mutluluk vadisine gitmek, orayı görmek istiyordu. Ertesi gün komÅŸu çocukları ReÅŸat ile MeserretÂ’e  haritayı gösterdi ve gelin arkadaÅŸlar, mutluluk vadisine gidelim dedi. ReÅŸat ile Meserret,  ÅževketÂ’in bu güzel teklifini kabul edip yola çıktılar. Haritada yazıldığı üzere önce kılavuz kargayı bulacak ve karganın kılavuzluÄŸunda mutluluk vadisine gideceklerdi. Åževket ortada, ReÅŸat solunda, Meserret sağında  kol kola  girerek kararlı olarak yürüdüler.

Åževket, ReÅŸat ve Meserret kasabanın dışında büyük bir çınar gördüler. Çınar varsa üstünde sürüyle karga vardır, dediler.  Üç arkadaÅŸ çınarın yanına gelip de kafalarını yukarı kaldırıp baktıklarında dalın birine oturmuÅŸ onlara bakan kargadan baÅŸka karga olmadığını gördüler, yani çınarda bir karga vardı. Åževket hemen toparlanıp şöyle dedi: “ Ah karga vah karga, biraz bana bak karga, diye dur sen gak karga, bizi peÅŸine tak karga, mutluluk vadisine götür karga. Ä°ÅŸte haritamız karga, mutluluk hakkımız sayın ve çok deÄŸerli karga. “ 

Karga önce gak dedi, sonra gak gak dedi, sonra guk dedi. Sonra ne mi dedi?  Ä°ÅŸte dedikleri:  “ Bakın ben palavrayı sevmem. DoÄŸru oturur doÄŸru konuÅŸurum. Kendi zararıma bile olsa gerçekleri söylerim. Yalanı, talanı, alanı, çalanı, kıranı, bağıranı sevmem. Böylelerine mikroskopla baksam görmem, görmekte istemem. Yanlarına sokulmam. Hele hele kavga.. Benim adım karga ama ben kavgadan hoÅŸlanmam. Åžimdi siz söyleyin bakalım çocuklar, kavga eder misiniz? “ Åževket bir adım ileri çıktı. Tabii ederiz, dedi. Bunun üzerine karga: “ Nee, dedi, eder misiniz? “  Åževket: “ Tabii ederiz, dedi, biz kavgadan nefret ederiz. “

Karga: “ Öyle söylesene çocuk, az daha yüreÄŸime indirecektin. Çocuklar kavga etmezler diye biliyorum ben. Bir daha böyle ÅŸaka-ÅŸuka yapma. Åžimdi, gelem yanına bakam da amanın haritaya, nerelerden  gidip  nerelerden geçesiniz. Varalım mutluluk vadisine amanın doldurun ceplerinize mutlulukları da dağıtıverin insanlara. Kalmasın beya, dünyada mutsuz insan. “

Yolda giderken Åževket  kargaya  bu kılavuzluk iÅŸi için ne kadar para istediÄŸini sordu. Yanında sadece 50 kuruÅŸunun olduÄŸunu, eÄŸer evet derse iki de takla atacağını söyledi. Bunun üzerine karga, böyle bir ÅŸeyi söylememiÅŸ olarak kabul edeceÄŸini, kendisinin ÅŸimdiye kadar paraya teslim olmadığını ve mutluluÄŸun parayla satın alınamayacağını belirtti. “ Ben insanları çok iyi tanırım, Åževket. Onları yıllardır gözlemliyorum. ÖrneÄŸin, sizin kasabada bakkala gidip, ver bakalım ÅŸuradan iki kilo mutluluk, diyen müşteri gördün mü? Ä°yi niyet, baÅŸkalarının hakkına saygı ve kavgadan, gürültüden uzak kalmak, bunları bilmek ve uygulamak insanların mutlu olmalarını saÄŸlayacaktır. “ 

Daha sonra karga, Åževket, ReÅŸat ve MeserretÂ’i  mutluluk vadisine götürdü. Ooh, ne güzeldi canım burası, çocuklar vardı, gençler, büyükler, yaÅŸlılar vardı. Onlar neÅŸe içinde, güle-oynaya vakit geçiriyorlardı. Aman da ÅŸunlara bakın kurtla kuzu elele, arkadaÅŸ olmuÅŸlar. Aslan, ceylanla kardeÅŸ olmuÅŸ. KuÅŸ, arı, kelebek dost olmuÅŸ, kaplan maymuna post olmuÅŸ. Var mı onların mutluluÄŸunu gölgeleyecek bir fikir cücesi.

Yazan: Serdar Yıldırım

AVCI  MEHMET ‘İN  KURÅžUNU

Avcı Mehmet gökyüzünde uçmakta olan bir şahin görünce tüfeğini doğrulttu, nişan aldı ve tetiğe bastı. Namludan fırlayan kurşun şahine yöneldi. Aradaki yüz metrelik uzaklığı bir çırpıda aşıp onun gövdesine saplanırdı, çünkü Avcı Mehmet hiç kaçırmazdı. Kurşun gözlerini açtı, şahini gördü, ona acıdı. Öyle ya neden durup dururken bir can alsındı. Neden durup dururken öldürmek ihtiyacı hissetsindi. Şahinin kendisine bir zararı dokunmamıştı.

Çok hızlı uçuyordu canım bu ÅŸahin. Sanki birisi tarafından kovalanıyormuÅŸ gibi. KurÅŸun gözlerini ÅŸahinin gerisine kaydırdı. Ä°ÅŸte o zaman bir kırlangıçla bir kartalın ÅŸahinin peÅŸi sıra uçmakta olduklarını gördü. Kartal kırlangıcı kovalıyor olsa ÅŸahin kırlangıçtan niye kaçsındı?  Kartal hem kırlangıcı  hem de ÅŸahini kovalıyor olsa niye kırlangıçla ÅŸahin aynı hat üzerinde uçuyordu, biri bir yana diÄŸeri öbür yana kaçar, böylelikle kartal sadece birini kovalamak zorunda kalırdı.

KurÅŸun onların yarıştıklarını düşündü. DoÄŸruydu bu. Aylarca süren seçmelerden sonra üç yüz civarındaki uçan yaratıktan en iyi dereceleri yapan on tanesi finale kalmıştı. Bugün yapılan final yarışmasıyla ÅŸampiyon belirlenecekti. Yüz kilometrelik yarışın yarıya yakın kısmını  kırlangıç önde götürmesine karşın, ÅŸahine geçilmiÅŸ, yine de ÅŸahini geçmek için yoÄŸun çaba sarf ediyordu. Yarış  beÅŸ kilometre ilerdeki daÄŸlarda son bulacaktı. DaÄŸlarda binlerce uçan yaratık yarışın sonucunu merakla bekliyordu.

Bırak ÅŸahin ÅŸampiyon olsun. O, ne zamandır bu yarışa hazırlanmıştı. Az sıkıntı çekmemiÅŸti bugün için, az ter dökmemiÅŸti bugün için, bu yarış için, birincilik için. Onu da sevenler var, onu da bekleyenler var. Ãœmitleri kırma. Åžahine yol ver geçsin gitsin,  ÅŸampiyon olsun. KurÅŸunun ÅŸahini gördükten sonra saniyenin onda biri kadar süren bocalaması aniden kesin kararlılığa dönüştü ve hedefine bir metre kala geniÅŸ bir kavis çizerek ilerdeki aÄŸaçların arasına düştü. Yarışın sonunda, ÅŸahin birinci oldu. Kırlangıç ikinci, kartal üçüncü sırada yer aldı. Onlar birbirlerini tebrik etmeyi unutmadılar. Aylar sonra oralardan geçmekte olan izci gurubundaki bir çocuk izci kurÅŸunu yerde görüp cebine attı. Evine döndüğünde kurÅŸunu temizledi ve odasındaki komodinin içine koydu. Odaya her giriÅŸinde kurÅŸunun sevgiyle gülümsediÄŸini görüyordu. KurÅŸun iyilik yapmış, iyilik bulmuÅŸtu. Mutluydu.

Yazan:  Serdar Yıldırım
                                         
                                           CANISIKILAN  FÄ°L

“ Karşı yoldan bir insan geliyor. Ama ne hızlı. KoÅŸuyor mu? Hayır  koÅŸmuyor. Dur bakayım, bir ÅŸeye binmiÅŸ. Acaba o ÅŸeyin adı ne? Biraz hızlanıp yetiÅŸeyim ÅŸuna. “
“ Hey, insan nasılsın? “
“ İyiyim, sağ ol fil. Sen nasılsın? “
“ Ben de iyiyim. Sen neyin üstündesin şimdi? “
“ Bu mu? Bisiklet canım. İki tekerlekli bisiklet. “
“ İki tekerlekli bisiklet mi? “
“ Evet. “
“ Hayatımda ilk defa görüyorum böyle bir şey. Herneyse. Ben sana ne soracaktım ya. Hah buldum. Canım çok sıkılıyor, ne yapayım? “
“ Canın mı sıkılıyor? O zaman bisiklete bin, rahatlarsın. “
“ Bisiklete mi bineyim? Beni taşımaz ki bisiklet. “
“ Sen de taşıyanını bul. “
“ Nerden bulayım? “
“ Bul bir yerden. “
“ Bulamazsam. “
“ Bulamazsan, seni taşıyacak kocaman bir bisiklet yap. İşim acele, haydi, bana müsaade. “
Adam bisikletle giderken, fil de, koşar adım ters yöne gitmeye başladı. Ama fil arada bir durup adamın arkasından baktı. Düşündü.
“ Ä°nsana canım sıkılıyor dedim, bisiklete bin dedi. Rahatlarmışım. Acaba canı sıkıldığı için mi bisiklete biniyor?  Tüh, keÅŸke sorsaydım. Åžuna bak, ne hızlı gidiyor. Sahi iki tekerleÄŸin üstünde nasıl dengede duruyor, düşmüyor, hayret!..”
Fil bisikletli adama yetiÅŸti:
“ Şey, canın sıkıldığı için mi bisiklete biniyorsun? “
“ Peşimden geleceğini anlamıştım. Sen çok meraklı bir filsin. Evet, canım sıkıldı, şöyle bir tur atayım dedim. Bisiklete binmek can sıkıntısına iyi gelir. Sana boşuna mı öğüt verdim? “
“ Peki, iki tekerleğin üstünde nasıl dengede duruyorsun? “
“ Alışkanlık meselesi. Bine-ine  alışıyor insan. Öğrenirken biraz zorlandım ama sonra alıştım. Åžimdi basit geliyor. “
“ Ben de alışabilir miyim dersin bisiklete binmeye? “
“ Sen önce bir bisiklet sahibi ol, daha sonra bana o soruyu sor. “
“ Bisiklet su üstünde gider mi? “
“ Hayır, ne üstünde, ne altında gitmez. “
“ Uçar mı? “
“ Hayır uçmaz. “
“ O zaman ne yapar? “
“ Kaçar. “
“ Nasıl? “
“ İşte bak böyle. Sakın peşimden gelme.”
Bisikletli adam,  hızını artırıp uzaklaşıp giderken, fil, adamın arkasından bakakaldı.

Yazan: Serdar Yıldırım

                                 TÃœRK  PALYAÇOSU  NÄ°HAT

Bir palyaço varmış. Adı NihatÂ’mış. Sirkte sahneye çıkarmış. Kendine özgü konuÅŸması ve hareketleriyle seyircilere neÅŸeli dakikalar yaÅŸatırmış. Palyaço Nihat sahne dışı yaÅŸamında konuÅŸkan biri deÄŸilmiÅŸ. İçine kapanıkmış, kendi halinde bir yaÅŸam sürermiÅŸ. MutsuzmuÅŸ palyaço, kederliymiÅŸ. Ä°stermiÅŸ evi olsun, karısı, çocukları  olsun, ama olmamış iÅŸte. Gençken tanıştığı kızlara bir türlü ısınamamış, çok istemesine karşın, evlenememiÅŸ.

Palyaço sahneye çıkarken maske taktığı için arkadaÅŸlarından bile onun palyaço olduÄŸunu bilmeyenler varmış. Palyaço bazı arkadaÅŸlarını seyirciler arasında görüyor ve onların kendisini alkışlamalarından mutluluk duyuyormuÅŸ. Ama o sahne dışı yaÅŸam var ya  yani  normalde yaÅŸanan hayat, halkın yüzde doksan sekizinin yaÅŸadığı hayat, palyaçonun ilgisini çekiyormuÅŸ.

“ Keşke bu işin içine girmeseydim, diye düşünüyormuş. Keşke palyaço olmasaydım. Neyine gerek senin palyaçoluk, neyine gerek senin sanatçılık. Herkes gibi yaşa, bırak palyaçoluğu. Sanki palyaçoluktan para kazanıyorsun, boş ver kazanmayı, bazen giydiğin elbiseler ve sahne dekoru için cebinden para ödüyorsun. Hani gündüz dükkâncılık yapmasan gece sirkte zaten sahneye çıkamazsın. Oradan kazandığın buraya aktarılıyor ki, palyaço başarılı oluyor. Yoksa her gece aynı elbiseyi giy, hep aynı dekor önünde oyun oyna, bırak alkışı seni seyretmeye gelecek seyirci bulamazsın. “

Palyaço bir gün yakın arkadaÅŸlarından birine bu düşüncesini açıklamış. Bunun üzerine Çetin ÅŸunları söylemiÅŸ:  “ Sen sahne masrafının çoÄŸunu kendi cebinden karşılamasan patron seni kovar. Dünya çapında palyaçosun, büyük sanatçısın ama nedeni bilinmez, patron seni mutlaka kıskanıyordur. Ä°nan bana sahnede aldığın alkış azalınca en büyük darbeyi patron vuracaktır. Beline ilk tekmeyi patron indirecektir. Bak biz arkadaşız ama ben bile seni bazen kıskanıyorum. “

“ Patronun bana ilk tekmeyi vurduğunu varsayalım. İkinci tekme senden mi gelecek? “

“ Yok, be Nihat, benim sana tekme falan vuracağım yok. Patron da vuramaz, çünkü tekme vurmaya hazırlanırken kendini yerde bulur. Sen akıl almaz bir zekâya sahipsin, Nihat. Ondan bir saniye önce davranırsın. Palyaçoluğu bırakıp da zekânı köreltme. “

ÇetinÂ’in  sözleri  palyaçoyu  sevindirmiÅŸti. Maskesiz yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı. Yeni sahne dekoru yaptırmıştı. Borcu vardı. Para lazımdı. Acaba istese Çetin verir miydi?

“ Çetin, paraya ihtiyacım var. Bana borç verir misin? “  diye sordu.

Çetin cebinden bir tomar para çıkarıp palyaçoya verdi. Palyaço Nihat, ÇetinÂ’in  verdiÄŸi parayı aldı. Sanata ve sanatçıya maddi ve manevi yönden destek olan iyi insanlar olmasa sanat da olmazdı, sanatçı da olmazdı. Palyaço Nihat, o gece sirkte sahneye çıkınca ön sırada oturanlardan birinin Çetin olduÄŸunu gördü. Palyaço Nihat,  sahnede takla atarken, komik ÅŸeyler anlatıp seyircileri güldürürken, ÇetinÂ’in  oyunun sonlarına doÄŸru hüngür hüngür aÄŸladığını fark edemedi.

Yazan: Serdar  Yıldırım

                                   AYRANCININ  OÄžLU  KUMARCI

Bundan yıllar önce bir çocuk varmış. Ayranı çok severmiş. Yemek yerken mutlaka sofrada bir bardak ayranının olmasını istermiş. Aradan zaman geçmiş, çocuk büyümüş, ayrancı olmuş. Yoğurt alıyor, evde ayran yapıyor, hem içiyor, hem satıyormuş. Üç tekerlekli el arabasının üstüne tahtadan fıçıyı yan yatırmış, fıçının kenarına çeşme takmış, çeşmeyi açınca ayran bardağa akarmış. Araba yürüdükçe fıçı sallanır, ayran tam kıvamında olurmuş. Bir içen bir daha içermiş. Ayrancı daha sonra helal ayran içmiş bir kızla evlenmiş. Bir, iki, üç derken, tam dokuz çocukları olmuş. Çocukların beşi erkek, dördü kızmış. Çocuklar büyüdükçe babalarına yaptıkları yardım da büyümüş ve ayrancı giderek zengin olmuş. Bir çiftlik satın almış. Burada inek ve koyun yetiştirmeye başlamış. Artık ayran yapımı için gerekli yoğurdu başka yerden almıyor, yoğurtçunun kazancı ayrancının cebinde kalıyormuş, yani kazancı katlanmış.

Aradan zaman geçmiÅŸ, ayrancının oÄŸulları, kızları evlenmiÅŸ ama babalarından ayrılmayıp hepsi çiftlikte yaÅŸamaya baÅŸlamışlar. Derken, ayrancının oÄŸullarından biri kötü arkadaÅŸ kurbanı olup kumar illetine dadanmış. Bir tas ayranına, bir koyununa kumar oynarken, eÄŸlenirken, bir gün ÅŸansı kötü gitmiÅŸ  ve üç koyun kaybetmiÅŸken, zararını kurtarmak için, beÅŸ koyununa oynamış. BeÅŸ de gidince on koyununa oynamış ve sonunda, tam bin koyun borçlanmış. Borç senedi imzalamış. Senedin günü gelince alacaklılar sıkıştırmaya baÅŸlamış. Bunun üzerine oÄŸlanın babası yani ayrancı çiftliÄŸi verip oÄŸlunu kurtarmış.

Ayrancı, oğulları, gelinleri, kızları, damatları ve torunlarını alıp köyde büyükçe bir ev kiralamış ve tek tekçiliğe dönmüş. Üç tekerlekli el arabasının üstündeki tahta fıçının içindeki ayranı bardakla satmaya başlamış. Oğulları, damatları da başka iş tutmuşlar. Değişik meslek sahibi olmuşlar. Biri ırgat, biri çöpçü, biri demirci gibi…Ayrancının eski çiftliğinin etrafındaki evler giderek çoğalmış, zamanla kasaba, sonra da şehir olmuş, ama orasının adı hep Ayrancı kalmış.

Yazan: Serdar Yıldırım

Yazdı:  09 Jul 2008 19:16
ROBOT  KARTAL

Profesör Jack Stingo  üniversitedeki görevinden arta kalan  zamanlarda  laboratuvar  haline getirdiÄŸi evinin bodrum katında  çeÅŸitli  deneyler  yapıyor,  yeni  buluÅŸlar  gerçekleÅŸtirmeye çalışıyordu. Son birkaç yıldır bütün dikkatini robot kartal yapımına vermiÅŸ ve  çalışmalarını bu yönde yoÄŸunlaÅŸtırmıştı. Gerçi ÅŸimdiye kadar iki  robot  kartal  yapmış  ve  bunları  ÅŸehrin    varoÅŸlarındaki  evinin geniÅŸ bahçesinde uzaktan kumanda ederek uçurmuÅŸtu, ama onun  asıl amacı bu deÄŸildi.

Profesör Jack Stingo   sıranın  son  derece  geliÅŸtirilmiÅŸ  bir  robot  kartal  yapımına  gelmiÅŸ olduÄŸunu biliyordu. Bu robot kartal diÄŸer robot kartallardan pek çok farklı özelliklere sahip bulunacaktı: Kafasının içine yerleÅŸtirilmiÅŸ mini bilgisayar aracılığıyla bilmesi gereken  tüm bilgilere sahip olacak ve bu  bilgilerin  ışığında  kartallarla  yakın  iliÅŸkiler  kurarak  onların yaÅŸantılarını araÅŸtıracaktı. EdindiÄŸi izlenimleri kafasındaki mini  bilgisayarda  deÄŸerlendirip  anında profesörün laboratuvarındaki bilgisayara geçecekti. Ayrıca   gözlerindeki kameralar ile gördüğü her ÅŸey laboratuvardaki bilgisayarın ekranında profesörün görüşüne açık  olacaktı. Yeni ve deÄŸiÅŸik bilgiler öğrenmek isteÄŸi insan zekasının vazgeçilmez tutkusuydu ve  bilinen ile yeterli kalınmayıp bilinmeyeni de bilmek için harcanacak çaba,  insanoÄŸlunun  gelecekte edineceÄŸi yeni bilgilere atlama taşı olabilirdi,  her yeni bilgi insanlığın  yararına  sunulabilirdi. 

Profesör Jack Stingo  üç yıl  süren  yorucu  bir  çalışmadan  sonra,  robot  kartalın  yapımını tamamladı; robot kartalı bahçeye çıkardı, laboratuvara  döndü, bilgisayarın  başına  geçti  ve uzaktan kumanda aletini çalıştırarak robot  kartalın  uçmasını  saÄŸladı.  Robot  kartal    evin üzerinde birkaç tur attıktan sonra daÄŸlara doÄŸru yöneldi. Sarp ve yalçın kayalıklarda yaÅŸayan kartalların arasına karışıp, onların yaÅŸantılarını araÅŸtıracaktı. Robot kartal  bir  süre uçtuktan sonra  çok yükseklerde geniÅŸ daireler çizerek uçmakta olan  bir  kartal  gördü. Bu  kartal  ne yapıyordu böyle?  Onun geniÅŸ daireler çizerek uçmaktaki  amacı  neydi?  Bunu  ona  sormak lazımdı. Yükseldi. Kartalın yanına yaklaşınca:

“ Özür dilerim, niye dönüp duruyorsun orada? “ diye sordu. Bunun üzerine kartal  sert ve çok ÅŸiddetli bir tepki gösterdi:

“ Sus, kaç oradan, iÅŸin yok mu senin?  Defol git buradan…”

Robot kartal  hemen oradan uzaklaÅŸtı. Bu ne biçim kartaldı böyle? Özür dileyip,  niye  dönüp duruyorsun diye sormuÅŸtu. Peki, kartal  neden  onu  kovmuÅŸtu?  Robot  kartal  o  geceyi  sakin geçirdi. Ertesi sabah sarp ve yalçın kayalıklara yaklaÅŸmıştı ki  bir kartal yuvası gördü. Yuvada iki kartal ve bir yavru vardı, onlara doÄŸru yöneldi. Aynı anda iki kartal  yuvadan  ayrılıp  hızla uçarak robot kartalın önünü kestiler. Kartallardan biri:

“ Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu ne münasebetsizlik? Dün  av  takibindeydim,  tam  dalışa geçecekken  beni lafa tuttun, avımı kaçırdın. Bugün ise yuvama gelmeye çalışıyorsun. Bunlar korkunç hatalar ve kesinlikle affı yoktur. Dünyanın neresinde yaÅŸarsa yaÅŸasın   bir  kartalın bunları bilmesi gerekir. Neden bilmem  senin bu hataları bilmeden yaptığını düşünüyorum. EÄŸer  bilseydin karşımda böylesine soÄŸukkanlı duramazdın. Åžimdi hiçbir ÅŸey söylemeden çek git buradan ve bir daha karşıma çıkma. Üçüncü hatanda parçalarım seni.. Bak hala duruyor ”  dedikten sonra  robot kartalın üstüne atılmak istedi. Robot kartal aniden geriye dönerek, son sürat oradan kaçmaya baÅŸladı. Kartallar, robot kartalı bir süre kovaladıktan sonra yuvalarına  döndüler. Robot kartal yarım saat kadar uçtuktan sonra bir dağın yamaçlarındaki kayalıklara indi. Çevre oldukça sessizdi. Kafasındaki mini bilgisayarda olayları deÄŸerlendirmeÄŸe, tüm   konuÅŸulanları profesörün bilgisayarına geçmeye baÅŸladı. Ä°ÅŸlem tamamlandıktan sonra  hangi  yöne doÄŸru uçması gerektiÄŸini bulmaya çalışırken, bir kartal sesi duydu.

“ Hey arkadaÅŸ!..Orada ne yapıyorsun? Yanına gelebilir miyim? “ Robot  kartal   başını  sola çevirip baktı. Ä°lerde bir kartal kayalıklara konmuÅŸ  ve  bir  kanadını  sallıyordu. “ KonuÅŸmak istersen yanına  gelebilirim. Gelmemi  ister  misin, arkadaÅŸ? “ Bu,  robot  kartalın  arayıp  da bulamadığı fırsattı. Ä°ÅŸte fırsat ayağına kadar gelmiÅŸti. Buna ÅŸans denirdi ve bu ÅŸansı kaçırmazdı.

“ Gel arkadaÅŸ, gel, gel de konuÅŸalım.  ”  Kartal uçtu, robot kartalın yanına kondu.

“ Bir süredir seni izliyorum, arkadaş. Az önce epey dalgındın, sanki gövden buradaydı, fakat aklın başka yerdeydi veya öyle gibi göründün bana diyelim. “

“ Söylediklerin bir ÅŸekilde doÄŸru sayılabilir. Her ÅŸeyin bir nedeni  vardır. Buradan  hareketle geriye gidersen oluÅŸa, ileri gidersen sonuca varırsın. “

“ Sonuca varmak  o oluÅŸun nedenlerini ortadan kaldırmakla ortadan kaldırmakla mümkündür. Öyle deÄŸil mi arkadaÅŸ? “

“ Çok çok doÄŸru..Sözü fazla uzatmayalım. Ben  Profesör  Jack  Stingo  adındaki bilim adamı tarafından yapılmış olan bir robot kartalım. Kartalların yaÅŸantılarını araÅŸtırmakla görevliyim. Dünyadaki kartalların sayısı giderek azalmakta. Bu durum  insanlar  tarafından  biliniyor  ve kartal nesli yok olmasın diye çalışmalar yapılıyor. Profesör   benim  aracılığımla  elde  ettiÄŸi bilgileri  insanlığın görüşüne sunacak ve insanların kartallar hakkında bildikleri yeni bilgilerle pekiÅŸecek. Bu bilgilerin ışığında yapılacak çalışmalar, kartalların çoÄŸalmasını saÄŸlayacak. Bir kartal olarak böylesine faydalı bir amaca hizmet etmek görevin olmalı. ” Kartal  bir süre ÅŸaÅŸkın ÅŸaÅŸkın   robot kartalın yüzüne baktıktan sonra kendini toparladı.

“ Demek sen bir robot kartalsın. Oldukça deÄŸiÅŸik davranışlar içindeydin, fakat sen söylemesen bir robot olduÄŸunu anlayamazdım. Her neyse  biz  kartallar  çoÄŸunlukla  gündüzleri  avlanırız. Her kartalın ayrı bir av sahası vardır. Bir kartal baÅŸka  bir  kartalın  av  sahasına  giremez. Bu yasaktır. Av peÅŸindeyken ve yuvamızda dinlenirken   rahatsız  edilmekten  hoÅŸlanmayız. EÄŸer rahatsız eden olursa tepki görür, haddi bildirilir. Kendi  aramızda  pek  itiÅŸ  kakışımız  olmaz.  Bunun nedeni  aile dışında  çok nadir olarak  iki kartalın bir araya gelip görüşmesidir. BildiÄŸin gibi  kartallar  göklerin  hakimidir.  Hiçbir  uçan  yaratık  bizimle  havada  boy  ölçüşemez. Yuvalarımızı  daÄŸların  doruklarına,  kayalıkların  en  sarp  ve  ulaşılmaz  yerlerine  yaparız.  Oralarda yabancı gözlerden uzakta yaÅŸarız. Bazen nereden bilmem çıkar bir yılan yuvadaki yumurtalara musallat olur. Yuvada üç yumurta olsa birini,  ikisini  garanti bu yılanlar   kapar.  Bir an bile boÅŸ bulunmaya gelmez yuvada yumurta varken. Biz  de  her  gün  pek  çok  yılan avlarız fakat çabuk ürediklerinden sayıları hiç azalmaz  bu  yılanların.  Hani  olsa  bir  türlü  olmasa bir türlü..Bir de insanlar tüfeklerle vururlar kartalları, öldürürler..Kartal eti yemezmiÅŸ  insanlar peki neden öldürürler o zaman kartalları?  Hayır, böyle anlamsız ÅŸey olmaz. Kartallar  olmasa her taraf yılan, çıyan dolar. Tarla faresine adım başında rastlanır. Bu tarla fareleri bir çoÄŸalsalar ne tarla kalır, ne baÄŸ, ne bahçe. Bütün mahsulü silip süpürürler. Bunun sonucu aç  kalan yine insanlar olur, benden söylemesi. ”

Daha sonraki konuÅŸmalar soru-cevap ÅŸeklinde oldu. Robot kartal kafasına takılan konuları kartala sordu, o da   bu  soruları  cevapladı. Bir  süre  daha  konuÅŸtuktan  sonra   robot  kartal:
“ Bu kadarı yeterli, teÅŸekkür ederim, arkadaÅŸ  ” dedi.  Kartal: “ Asıl ben teÅŸekkür ederim, arkadaÅŸ  ” dedi ve uçup gitti. Robot kartal  hemen  konuÅŸulanları profesörün bilgisayarına geçti. Birkaç gün daha çevrede gözlemlerini  sürdüren  robot  kartal   profesörden görev tamamlandı sinyalini alınca dönüş yolculuÄŸuna baÅŸladı. Elde edilen bilgiler profesör  tarafından  derlenip  toparlandıktan  sonra   yayım   yoluyla   insanların   görüşüne sunulacaktı.                                             
Yazan: Serdar  Yıldırım                    
KRAL PORTAKAL ÇARLİ

Portakal bahçesinin kralı Çarli hava kararmaya başladığında sessizce ağaçtan aşağı süzüldü. Bir ağacın altına gidip toprağı çapalamaya başladı. Aradan yarım saat geçmeden portakalların hepsi aşağı inmiş ve işe koyulmuş olacaktı. Bir gece devriye komutanı, Çarli’nin yanına geldi. Çarli doğrulurken çapasını yere attı ve gülümseyerek sordu:
“ Evet  komutan, haberler nasıl? “

Komutan:
“ Efendim, dedi, istilacı ısırgan otları sınıra çok yaklaştılar. Isırganların başı, portakal bahçesinde portakal kalmasın, ileri, diye bağırıp duruyor. Araya doldurduğumuz taşlar onları durduramazsa diye endişe ediyorum. “

“ Endişelenmene gerek yok, komutan. Merak etme, taşlar onları durdurur. Bırak bağırıp çağırsınlar. Sesleri kısılınca çekip giderler. Elma bahçesini, armut bahçesini ve ötekileri defalarca uyarmıştık, ama bizi dinlemediler. Sınırlarınıza taş döşeyin, ısırganlarla savaşmayın, sonu belli olmayan bir maceraya atılmayın dediğimizde bizimle nasıl alay ettiklerini bilirsin. Neymiş efendim, onlar korkak değillermiş. Isırganları duman ederlermiş. Sonuç ortada. Bu duruma çok üzüldük, ama başka ne yapabilirdik ki? Her neyse önemli olan, bundan sonrası. Isırganlar bizden bin kat kalabalık. Ateşin sönmesini bekleyeceğiz. “

Kral Portakal Çarli, savaşmamakta bu derece kararlıyken ve savaş olmaması için gerekli önlemleri almışken, savaş olmasını beklemek yanılgı olur. Isırganlar çok değil, üç gün sonra portakal bahçesinin etrafındaki kuşatmayı kaldırıp çekip gittiler. Gerçi portakallarla ısırganlar savaşmamışlardı, ama savaş olmadan da zafer kazanılabilirdi. Zafer portakallarındı, çünkü portakallar olası bir savaşa ısırganları başlarından defetmek için gireceklerdi. İşte, ısırganlar defolmuştu. Kral Portakal Çarli, portakal bahçesini kurduğu belli bir düzene göre yönetmeye devam etti. Bahçede zengin portakal yoktu. Zenginin olmadığı yerde fakir zaten olmazdı. Özenme olmazdı, moraller bozulmazdı, kavga - kargaşa çıkmazdı. Gül gibi geçinip giderlerdi. Nitekim gül gibi geçinip gidiyorlardı işte.

Yazan: Serdar Yıldırım

KOÅžUCU  PENGUEN

Güney KutbuÂ’nda  koÅŸuya çok meraklı bir penguen yaÅŸardı. Bu penguen devamlı olarak antrenman yapar, yarışmalara hazırlanırdı ve hep ön sırada yarışmayı bitirmeyi hayal ederdi, fakat ya sonuncu ya da sondan bir önceki olarak yarışı tamamlardı. En büyük baÅŸarısı ise, beÅŸ penguenin katıldığı bir yarışta üçüncü olmaktı. Bu duruma canı sıkılan koÅŸucu penguen bir gün doÄŸup büyüdüğü yerleri terk etti ve yüzerek ArjantinÂ’e  gitti. KoÅŸucu penguen burada bir maymunla arkadaÅŸ oldu. Bir gün maymuna:

“ Şu yüz metre ilerdeki ağaca kadar yarışsak, beni geçebilir misin? “ diye sordu. Maymun gülümsedi: “ Belli olmaz. Yarışalım da görelim bakalım kim önce ağacın yanına varacak. “ Biraz sonra yarış başladı. Son metrelere kadar koşucu penguen yarışı bir adım önde götürdü, fakat aniden hızını azaltıp, maymunun yarışı kazanmasını sağladı. Bunda koşucu penguenin, yarışı kazandım gibi ama ya maymunun geçildi diye canı sıkılır da bir daha benimle yarışmazsa, diye düşünmesi etkili oldu. Sonraki günlerde koşucu penguen ile maymun arkadaşlıklarını sürdürdüler. Ara sıra yaptıkları yarışlarda bazen koşucu penguen, bazen de maymun birinci oldu. Günlerden bir gün iki kafadar tam yarışa başlarken, otların arasında bir hışırtı duydular. Hemen doğrulup sesin geldiği tarafa döndüler ve bir kaplumbağanın kendilerine doğru geldiğini gördüler.

KoÅŸucu penguen: “ Merhaba  arkadaÅŸ, biz karşıdaki aÄŸaca kadar yarışacağız. Bu yarışa sen de katılmak ister misin? “ diye sordu.

Kaplumbağa: “ Ben ikinizi de geçerim “ dedikten sonra, koşucu penguenin ilk, maymunun ikinci sırada tamamladığı yarışta onlardan çok çok sonra yarışı tamamladı. Üçü daha sonraki günlerde defalarca yarıştı, kaplumbağa her yarıştan önce iddialı konuştu fakat hep sonuncu oldu. Bir gün kaplumbağa kaplumbağalar arası koşu yarışmasına katılacağını ve birinci olacağını söyledikten sonra: “ Kesin birinci benim. Bak görürsünüz, ben yarışı en ön sırada tamamlarım. Onlar benle boy ölçüşemez. Zafer benimdir “ dedi. Kaplumbağa yarışı baştan sona önde götürüp birinci oldu.

Maymun da maymunlar arası koşu yarışmasına katıldı ve dördüncü oldu. Maymun yarışma öncesi hep birinci olamayacağını söyledi. Koşucu penguen çok uğraştı birinci olacağına inandırmak için. Aralarındaki tartışmalar neredeyse kavgaya dönüşecekti ki, koşucu penguen fazla ileri gitmedi: “ Sen birinci olacağım demedikten sonra, kendini buna inandırmadıktan sonra zaten birinci olamazsın. Kazanmak için, kazanacağım demek gerekir. Bu kibirlilik demek değildir, büyük düşünmek demektir. Büyük düşünmeden büyük işler başarılamaz. Kazanacağım, birinci olacağım de, birinci ol “ diyerek çok ısrar etti fakat dinletemedi.

Burada maymunu fazla suçlamamak gerekir. Maymun yakın çevresinden büyük düşünmenin ve büyük konuşmanın yanlış olduğunu pek çok defa dinlemişti. Bu ortaçağ kalığı zihniyeti onun kafasından söküp atmak zordu. Koşucu penguen bu durumun farkına vardığı için, yarışmadan sonraki günlerde aynı konuyu maymunla tekrar tekrar konuşmak ihtiyacını hissetti. Maymunun şampiyon olacağına inancı sonsuzdu. Aradan zaman geçti ve öyle bir an geldi ki, maymun birinciliklere abone oldu.

Bir süre sonra koşucu penguen, Güney Kutbu’na geri dönmeye karar verdi. Tanıdıklarıyla vedalaştığının ertesi günü sahile indiğinde on binlerce orman hayvanının göz alabildiğince okyanusun önünde sıralandığını gördü. Az sonra giderek genişleyen birçok dairenin ortasında kalan koşucu penguen, on binlerin “ Arjantin senin vatanın, gitme burada kal “ şarkısını söylemeye başlamasıyla duygulandı ve gözleri doldu. Bu kadar çok sevildiği Arjantin’de kalmayı düşündü. Şarkı bitince koşucu penguen gür sesiyle: “ Arjantin benim vatanım, gitmiyorum, burada kalıyorum “ diye bağırdı.

Yazan: Serdar Yıldırım





                                                       
Ana Sayfa